Edebiyat
  ÇANAKKALE’DE YAŞANANLAR-Dram
 
ÇANAKKALE’DE YAŞANANLAR (KISA OYUN)
OYUNCULAR: Sunucu, Atatürk, Anne ile Oğlu, Yazar, General Guro
Oyuna Başlama: Sunucu içeri girer ve Çanakkale üzerine konuşmaya başlar.
 
Sunucu: Çanakkale... Bin milletin ölüm kalım mücadelesi... Eşi benzeri görülmemiş bir savunma... Düşmanın bile takdirini kazan bir direnç... Tarifi kelimelere sığmayan, yaşamakla bilinebilen bir destan... Bakın Ulu Önder Atatürk nasıl anlatıyor bu günüAnafartalar Komutanı olarak.
Atatürk: (İçeri girer ve konuşmaya başlar, Ağır ve tok bir ses tonu ile konuşur.)“Karşılıklı siperler arası sekiz metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulamayarak kâmilen şehit düşüyor. İkinci siperdekiler onların yerine geçiyor. Fakat ne kadar gıpta edilecek itidal ve tevekkül ki, ölenleri görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiçbir tereddüt bile göstermiyor, sarsılmak yok!... Okuma bilenler ellerinde Kur'an-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şahadet getirerek yürüyorlar. Bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren, şâyân-ı hayret bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale muharebesini kazandıran, bu yüksek ruhtur.”(Arkasını döner ve yavaş yavaş dışarı çıkar. Sunucu tekrar konuşmaya başlar.)
Sunucu: Büyüklerimiz derler ki Çanakkale’de o kadar şehit vermişizdir ki araştırılıp bakılırsa, herkes kendi sülalesine bakacak olsa muhakkak birinin Çanakkale’de şehit olduğunu görecektir. Yani hepimiz aslında şehit torunuyuzdur Çanakkale dolayısıyla. Anneler çocuklarını bir savaşa değil de bir düğüne yolluyor gibidir o gün. Allah’ım bu ne yüce bir inançtır ki sorgusuz sualsiz bu insanlar fevc fevc düşman üstüne yürümektedir.
Anne    İçeri girer ve yürümeye başlar. Bu sırada karşı taraftan oğlu gelmektedir. Yavaşça sokulur ve konuşmaya başlarlar. Anne ağlamaklı bir ses tonu ile konuşur.)Demek sen de gidiyorsun öyle mi?
Oğul     :(Gururlu konuşur.)Evet anne, tıpkı babam ağabeylerim gibi ben de gidiyorum.
Anne: Oğul, seni yetiştirdim, hizmet eyle vatana
              Ak sütümü helal etmem saldırmazsan düşmana
Oğul: Hakkını helal et şefkatli ana! Canım feda olsun kutsal vatana (Oğul anasının elini öper ve çıkar. Anne önce ardından bakar sonra yavaş yavaş o da çıkar. Sunucu tekrar konuşmaya başlar.)
Sunucu: Cefakâr analar ile yiğit ve kahraman Mehmetçiklerin destanıdır bu destan. Batının teknolojisinin karşısında duran tek şey Müslüman Türk askerlerinin inancından başka bir şey değildir. Devasa gemilerden ,devasa toplardan çıkan mermilerle dövülmektedir Çanakkale kıyıları,tepeleri...Sadece bunlar olsa. O gencecik askerler... Bu bombardımanı bir yabancı yazar şöyle anlatıyor:
Yazar    :Karşılıklı bu korkunç bombardıman bir saat kadar sürdü.«İnsan manzarayı gözlerinin önünde canlandırabilir. Kaleler, toz duman bulutları içinde kaybolmuşlardı. Yıkıntıların arasından arada bir alevler yükseliyordu. Gemiler, çevrelerinde fışkıran sayısız su sütun­ları arasında yavaş yavaş hareket ediyorlar, bazen duman ve serpintiler arasında iyice görünmez oluyorlardı. Tepelerden ateş eden havan toplarının alevleri görülüyor, ağır toplar yer sarsıntıları gibi gümbürdüyordu.»(Bu kısımda savaş anından görüntüler verilir. Sunucu tekrar konuşmaya başlar.) 
Sunucu: Çocuklar nasıl oyun oynama koşarsa işte askerimiz öyle yürüyordu düşman üstüne. Kol gitmiş, bacak gitmiş, göz gitmiş ne ehemmiyeti var. Vatan gitmesin, yeter! İşte Salih 15. alay 1. Tab 3. Bölük erlerindendir. Zığındere civarında düşmanla tutuştukları süngü harbinde, gözüne aldığı bir süngü darbesiyle, gözü dışarı fırlar ve oluk gibi kan akmaktadır. (Bu sırada bir kapıdan gözünü tutarak yüksek sesle Salih girer. Ortada diz çöker. O sırada karşıdan komutan yaklaşır.)
Salih        : Gözümden yaraladılar komutanım beni. Ama inan hiç acımıyor. Hiç acımıyor.
Komutan : Sen burada kalmalısın Salih. Bu halde savaşamazsın.
Salih        : Savaşırım komutanım. Gerekirse şehit olurum.
Komutan : Hayır Salih, sen burada kalacaksın.Ama harb devam ediyor. Askerlerin başına gitmeliyim. Burada daha fazla kalamam. Arkadaşlarının başında olmam lazım. Şuraya otur ve orada bizi bekle. Eğer düşmanı püskürtürsek, gelir seni sargı yerine gönderirim. Düşmana yenilirsek zaten seni de beni de şehit edecekler. Haydi Allah’a emanet ol.. “
               (Salih cebinden Kur’an çıkarır ve okumaya başlar.)
Sunucu    : Bölük komutanı Teğmen Hakkı Bey Salih’i bırakıp gider. Salih ise anasının ona vermiş olduğu kur’an-ı çıkartıp tek gözüyle okumaya çalışır. Bölük, düşmanı yenip yeni sipere yerleştikten sonra bölük komutanı yanına aldığı iki erle Salih’i sargı yerine götürmek ister. Salih’in elindeki Kuran-ı Kerim halen daha açıktır.
Komutan: Salih haydi kalk, sargı yerine gidelim. Arkadaşların gözünün öcünü aldı, diye seslenir. Salih’ten ses çıkmaz. İki er Salih’i omzundan silkelemek ister. Fakat Salih’in cansız bedeni yere düşer. Kur’an kalbinin üstündedir. Durumu seyreden Hakkı Bey de yanlarına gelir. Salih çoktan cennet bahçesine yürümüştür. (Komutan Salih’i kucaklar. Daha sonra askerler Salih’i tutup çıkarırlar.)
Sunucu: Savaş...Elbette ki insanların duyduğunda tüylerini ürperten bir kelime. Hatta insanları insanlıktan çıkaran bir olgu.Yalnız tarihi kayıtlar göstermiştir ki Çanakkale Savaşı’nı kazanan askerimiz hiçbir zaman insanlık değerlerini kaybetmemiş,aksine ne kadar üstün bir anlayışa sahip olduğunu da ispatlamıştır. Bu savaş milletimizin aynı zamanda bizi sevmeyenler tarafından “Onlar barbardan başka bir şey değildir.”tezini de çürütmüştür. İşte kendi ağızlarından size itiraf. Bu olayı Fransız Genarali GURO anlatmaktadır:
Genaral GURO İçeri girer ve seyircilere doğru konuşur.)Ogün yine Türk askerleriyle göğüs göğse savaşmış ve akşama doğru da savaş meydanında bulunan ölü ve yaralıları toplamak için de kısa süreli bir ateşkes imzalamıştık. Ben o sırada siperimden çıkmış ve savaş meydanını seyre dalmıştım. Tam bu sırada iki yaralı asker gördüm. Askerlerden biri gömleği ile kucağındaki askerin yarasını sararken artık başka temiz bir bez bulamadığı için kendi yarasına toprak basıyordu. İşte bu yarası gömlek ile sarılan asker bir Fransız askeriydi.(Burada ses tonu yükselir.)Ve Efendiler! O yarasına toprak basan asker ise bir “Türk” askeriydi.
Sunucu: 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi’nin kazanıldığı gün “Çanakkale Geçilmez!” ifadesi tüm belleklere kazınıyordu. Peki ya Batı’nın ileri teknolojisine, kandırıp getirdiği bin bir çeşit milletine, topuna, tüfeğine, o devasa zırhlı gemilerine rağmen bizim bu savaşı bir sürü imkânsızlık içinde kazanmamızı sağlayan şey neydi? Seyit Onbaşı 276 kg.lık top mermisini nasıl kaldırmıştı? Cevat Paşa bu haberi duyar duymaz tabyaya koşmuştu ve Seyid Onbaşı’ya:
Cevat Paşa : Oğlum bu mermiyi nasıl kaldırdın?. 276 kg. olan bu mermi, kalkar mı?
Seyid Onbaşı: Komutanım o mermiyi ben kaldırmadım. Anamın bana öğrettiği bir dua vardı, onu üç kere okudum ve mermi kendisi kalktı.
Cevat Paşa : Seyid bundan sonra sen onbaşı Seyid’sin. Ayrıca sana bundan sonra mükâfat olarak her öğünde bir ekmek fazla versinler.
Seyid Onbaşı: Paşam, arkadaşlarım bir ekmek yerken ben nasıl iki ekmek yerim. Boğazımdan geçmez ki! Allah’ın huzuruna çıktığımda ikinci ekmeğin hesabını nasıl veririm.
Cevat Paşa : Oğlum senin niye bu mermiyi bir çırpıda kaldırdığını şimdi daha iyi anlıyorum. Allah yardımcın olsun.
Seyid Onbaşı: cümlemizin Paşam.
Sunucu: Seyid Onbaşı daha sonra köyüne döner, kısa bir süre gazi maaşı alır fakat bir müddet sonra maaş kesilir. Verem hastalığına yakalanan Seyid Onbaşı daha sonra zatürre olur ve ölür. Fakirlik içinde ölen Seyid Onbaşı geriye fakir bir aileden başka kocaman bir “ŞEREF” bırakır. (Biraz Bekler ve sonra konuşmaya devam eder.) Cevat Paşa bizden biriydi bu destanı nasıl yazdığımızı anlamış ve bizlerin ima etmişti. Peki yeterli olmadı mı? O zaman birde düşmanımızın ağzından dinlemeye ne dersiniz? Savaştan önce İngiliz Başkomutanı HAMILTON şöyle demişti:
Hamılton: Çanakkale Boğazı'nda ve Gelibolu Yarımadası'nda toplarımızın ve birliklerimizin şenliği başlayınca, Türkler çaldığımız havaya ayak uydurarak oynamak zorunda kalacaklar. Bu Türkler için, İstanbul'u savunmak üzere çekiliş havası olacak. Ümitlerimiz çok çok yüksek. Kurtarılacak Kudüs mü yoksa İstanbul mu idi ?. Ne farkı var.
Mac ARTHUR: Sayın Hamilton, savaşta silahlar önemlidir, komutanlar da önemlidir; ama daha önemli olan, maneviyattır, ruhtur ! Ya Türkler bundan önceki Haçlı seferlerinde bizleri yüksek bir maneviyatla püskürtürse ne olacak?
Hamılton: Böyle bir seçeneği düşünmüyorum bile. Bu gücü yenmeleri mümkün değil!
Mac ARTHUR: Peki. Dediğiniz gibi olsun sayın Hamilton. Bu karalılığınız savaş bittikten sonra da sürmesini dilerim.
Hamılton: Savaş bittikten sonra yine burada görüşelim General Mac ARTHUR. Birlikte bu zaferi kutlarız.
Mac ARTHUR: Niye olmasın Sayın Hamilton, niye olmasın!
Sunucu: Ve atalarımız zaferi kazanmış, Hıristiyan âleminin geriye kalan savaş gemileri ardına bakmadan ülkelerine geri dönmüştü. Bir sürü kayıp vererek. Artık Winston CHURCHILL’in İngiliz meclisinde hesap vermesi gerekiyordu. Çünkü o tıpkı İngiliz Başkomutanı Hamilton gibi gözü kapalı bir şekilde galip geleceklerini sanıyordu. Buna da halkını, meclisini inandırmıştı.
Bir Milletvekili: Sayın CHURCHILL hani gözümüz kapalı Çanakkale’yi geçecektik, ne oldu?
CHURCHILL: Beyler, bizler elimizden geleni yaptık.
İkinci M.Vekili: Sizin elinizden geleni yapmak dediğiniz bu mu? Gözü kapalı geçeriz diyorsunuz ve donanmamızın en güzide gemilerini kaybediyoruz.
CHURCHILL: Bakın yapılması gerekli her şeyi yaptık. Savaş taktiklerimiz mükemmeldi.
Bir Milletvekili: O zaman niye galip gelemedik.
CHURCHILL: Bunu bana söylettirmeyin lütfen.
İkinci M.Vekili: Neyi söyletmeyelim.
CHURCHILL: Tamam, yeter artık! Efendiler, gerçek şudur ki…. Anlamıyor musunuz?.  Biz Çanakkale'de Türklerle değil, Allah'la savaştık. Tabii ki ona karşı galip gelmemiz mümkün değildi. Yenildik tabii ki! Amiral Lord FISHER, sen de bir şeyler söyle!
A.L.FISHER: Ne söyleyebilirim ki! Allah kahretsin şu Çanakkale'yi. Hepimizin mezarı olacaktı. Çünkü Türkler namuslarını koruyorlardı.
Mehmet Akif:  Asım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek;
İşte çiğnetmedi namusunu; çiğnetmeyecek.
Şüheda gövdesi bir baksana dağlar, taşlar,
O rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar...
 
Sunucu: Bu mücadele kuru bir mücadele değildi. Dünyaya insanlık dersi veriliyordu. Tabii ki anlayabilene!...
Mehmet Akif: Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor!
Bir hilal uğruna yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker,
Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı, değer,
                        Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhîdi,
                        Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi
 
                                                                                                          Senaryo: Dursun TARAKCI
Türk Dili ve Edebiyatı Öğrt.
 
  Bugün 21 ziyaretçikişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol