BEHLÜL-İ DANA’DAN HİKMETLER
Dekor: İçeride ortada bir taht bulunmaktadır. Tahtın iki yanında iki asker beklemektedir. Ellerinde mızrak vardır. Oyuna Başlama: Şiir okunur sonra,
Hârun Reşid devrinde yaşayan, velî bir zât,
Aslen Kûfeliyse de, Bağdat’ta sürdü hayat.
Hârûn Reşîd bu zâtı, kıymetli tutuyordu,
Nasîhatları ile, ferahlık duyuyordu.
Bir gün onu görünce, dedi ki: “Beni dinle,
Görüşmek istiyordum, çok zamandır seninle.”
O, oralı olmayıp, etmedi hiç iltifât,
Dedi: “Öyle bir arzu, olmadı bende fakat.”
Kızmadı Hârûn Reşîd, cevâbına Behlül’ün,
Dedi: “Biraz nasîhat, etsene bana bu gün.”
Buyurdu: “Ey hükümdâr, ne diyeyim ben sana,
Bir şu sarayına bak, bir de şu kabristana.
Bundan ibret almayan, başka neden alır ki,
Ölümden daha büyük, nasihatçı var mı ki?
Ey emîrel müminin, nolacak senin hâlin?
Huzû»r-u ilâhîye, çıkarsın sen de yârın.
İşlediğin her işten, soracaklar sana hep,
Onlara verilecek, cevâbın var mı acep?
O gün çıkar meydana, çok perişan olduğun,
Başka ne nasîhati, istiyorsun ey Hârun?”
Bir hizmetli Behlül Hazretlerini içeri buyur eder.
Hizmetli: Buyrun Efendim,Mü'minlerin Emiri Harun Reşit Hz.leri birazdan teşrif edecekler. Sizinle görüşmeyi çok arzu ederler. Onu burada bekleyebilirsiniz.
Behlül D: (İçeri girer ve sağa sola bakınır.) Vay be, işte dünya sarayları… İnsanın gözünü nasıl da boyuyor. Gören gözleri görmez ediyor. Şöyle biraz Padişahın tahtına otursak ne olur acaba? (Bu arada askerler dikkat kesilip onun ne yapacağını merak ederler. Behlül oturur ve bir hükümdar edası ile tahtın sağına ve soluna bakar.)
I. Asker: (Yanındaki bakar ve ne yapıyor bu gibi hareket yapar.) Sen ne yapıyorsun be adam? Bizim kellemizi mi uçurtacaksın?
Behlül D: Sadece tahta oturdum, ne var bunda.
II. Asker: (Behlül’ü çeker ve vurmaya başlar.) İn çabuk oradan! Büyük Halife Harun Reşit’in tahtına oturmak kim, sen kim? (Bu arada vurmaya devam ederler.)
Behlül D: Ah Halifem Ah! (Ağlar)
I. Asker: (II. Askere) Dur bir hele dur! Ne dedin sen bakalım. Adam seni dövüyor, kendine ağlayacağına Halife diyorsun! Bu ne demek şimdi? (Bu sırada içeri Harun Reşit girer. Askerler toparlanır.)
Harun R: Selamünaleyküm!
Behlül D: (Hıçkırarak cevap verir.) Aleykümselâm ya Emirulmü’minin!
Harun R: Niçin ağlıyorsun, ne oldu ey dost?
Behlül D: …………..(Susar, cevap vermez ve hıçkırmaya devam eder.)
Harun R: Ne oldu bu adama? Çabuk söyleyin bana!
II. Asker: Şeyyy, Ey Mü'minlerin Emiri, bu adam sizin makamınıza oturdu. Biz de akıllansın diye bir iki vurduk, o yüzden ağlar.
Behlül D: (Ağlamaklı bir ses tonu ile) Hayır, hayır! O yüzden ağlamıyorum, senin için ağlıyorum ya Emirulmüminin. Ömrümde bir kez bu makama oturduğum için bu dayağı yediysem sen ki; her gün bu makamda oturuyorsun, acaba ne kadar dayak yiyeceksin? Bunu düşünür senin için ağlarım.
Harun R: Tamam ya Behlül, (onu teselli etmeye çalışır.)tamam. Siz de çıkabilirsiniz artık. Bizi biraz yalnız bırakın! (Askerler çıkar.) Seninle dertleşmeyeli uzun zaman oldu. Ne zamandır gönlümüzü dökemedik sana, senin hoşsohbetinden faidelenemedik. Biliriz yükümüz ağır, sorumluluğumuz çok fazladır! Ama yükümüz ağır diye, kendimizi her akşam ateşler içinde yanarken görüyoruz diye insanları nasıl terk edelim, Allah’tan ümidi nasıl keselim! (Behlül çok durgundur.) Hem geçen Cuma namazından beridir seni göremeyiz. Namazı tamamlamadan ikinci rekâtta cemaati terk ettiğin söylenir. Bir hatamız mı vardır?
Behlül D: Hata mıdır, değil midir, onu bilmem. Onu en iyi Yüce Rabbim bilir. Fakat daha tekbir alıp namaza başladığınızda vergileri arttırdınız mı artırmadınız mı? Siz onu söyleyin.
Harun R: Evet arttırdım ama...
Behlül D: Peki, Fatiha’yı okurken orduyu topladınız mı toplamadınız mı?
Harun R:Evet topladım.
Behlül D: Peki, Rukiye gittiğinde komşu ülkeye savaş açtınız mı açmadınız mı?
Harun R:Eee.evet, açtım.
Behlül D: Peki, secdeye gittiğinde savaşı kazandınız ve savaşı kazanmış bir komutan edası ile işgal ettiğiniz ülkeye girdiniz mi girmediniz mi?
Harun R:Evet, evet girdim.
Behlül D: İkinci rekâta kalktığında o ülke padişahının kızı yanına geldi ve sen onu cariye olarak aldınız mı almadınız mı?
Harun R:Aldım.
Behlül D: Peki der, sen o kıza nikâh kıydınız mı kıymadınız mı?
Harun R:Kıydım, kıydım ama bütün bunların bizim konumuzla ne alakası var?
Behlül D:Eh artık bana da karı kocayı yalnız bırakmak düşerdi!.. Namazı bu sebepten terk ettim sultanım.
Harun R: (Hatasını kabullenen bir insan edası ile)İnsanız değil mi sonunda, halife de olsak yaradılışımız böyle işte? Hz. Ali dahi bunu yaşamamış mıydı? Bir gün efendimiz(sav)cemaate "Aklınıza hiçbir şey getirmeden 2 rekât namaz kılana hırkamı vereceğim." demişti de kimseden ses çıkmamıştı. Sonra Hz. Ali: "Ben kılabilirim ya Rasulullah" demişti. Efendimiz(sav) kılmasını söylediğinde Hz Ali aklına hiçbir şey getirmeden namazı kılıp, tam selam vereceği esnada aklından "Acaba hangi hırkasını verecek, yenisini mi eskisini mi?" diye geçirecekti. Selam verdikten sonra da "Yapamadım ya rasullah" diyecekti. Yapamadım. İşte ben Hz Ali’den daha acizim ya Behlül! Allah’ım, sen affetmeyi seversin, beni de affet!
Behlül D: Amin, binlerce kez amin! Ama üzülme ya Emirulmüminin. Aynı Hz. Ali (r.a)'nin savaşta vücuduna saplanan okun, namaz kılarken çıkarılması olayı meşhurdur, bilirsin.
Harun R: (iç geçirerek) Bilirim ya, bilirim de…
Behlül D: Ok Hz Ali’nin baldırına saplanmıştı. Çıkarmak için uğraşılmış ve verdiği acıdan dolayı başarılı olunamamıştı. Oku çıkarma girişimi Hz Ali’nin vücuduna çok acı veriyordu. Hz. Ali namaza durmaya ve okun bu namaz esnasında çıkarılmasına karar verdi. Nafile Namaz kılmaya başlayan Hz. Ali secdeye kapanınca, oku kuvvetle çektiler ve çıkardılar. Namazı bitirince etrafına bakınarak "Oku çıkardınız mı?" diye soran Hz. Ali'ye oradakiler: “Çoktan çıkardık.” demişlerdi.
Harun R: Behlül yüreğime önce ateş düşürüyor sonra da bu ateşi yine kendin söndürüyorsun. Allah senden razı olsun. Peki, hatam sonucu bizleri vicdanımızla baş başa bıraktığın bu son haftada nerelerde dolaştın durdun? Ah Behlül, seni aramadığımız yer kalmadı? Nereden çıkageldin böyle!
Behlül D: Cehennemden geldim ey hükümdar, cehennemden. Bu yüzden bulamadınız beni!
Harun R: (Şaşırır.) Yapma Behlül, ne işin vardı ki cehennemde? Hem de senin gibi bir Allah dostu?
Behlül D: Ateş lazım oldu, onu almaya gitmiştim Sultanım.
Harun R: Peki ama hiç ateş getirmişe benzemiyorsun. Teninin rengi bile değişmemiş. Bembeyazsın. Ateş seni yakmadı mı?
Behlül D: Hayır efendim, ateş getiremedim. Yalnız cehennemin bekçileriyle görüştüm, onlar: "Sanıldığı gibi burada ateş bulunmaz, ateşi herkes dünyadan kendisi getirir." dediler. Yalnız efendim dönüşte biraz, açık mezarların birinde biraz dinleneyim, azıcık kestireyim dedim, adamlarınız müsaade etmedi. Beni uyandırıp mezarın içinden çıkardılar. Fakat böyle yaparak bilmiyorlar ki beni padişahlık makamından indirdiler. Şimdi ben ne yapacağım? Hakkımı istiyorum.
Harun R: Ey Behlül! Bu ne iş? Bir mezar içinde uyumak da nedir? İnsanlar mezarlardan, ölülerden korkar, kaçarken bir de. Hem sen hangi padişahlıktan indirildin, söyle bakalım?
Behlül D: Ey Halife! Bizlere insanın ölüleri değil olsa olsa ancak dirileri zarar verir. O yüzden mezar ve ölüden korkmaya gerek yoktur. Fakat herkesin gideceği bu yerden ibret alınmalı. O yüzden bu mezarın içindeydim. Fakat gözüm dalınca rüyamda kendimi hükümdar olmuş gördüm. Tahtımda oturuyordum. Hizmetçilerim vardı. Saltanat ve ihtişam içinde idim. Lâkin senin adamların beni uyandırdı ve tahtımdan oldum.
Harun R: (Hârûn Reşîd güldü ve) Ey Behlül! Rüyadaki padişahlığa itibar olur mu?
Behlül D:Ey müminlerin emiri! Benim hükümdarlığım ile seninki arasında ne fark var? Ben gözlerimi açınca hükümdarlığım gitti ama hayat buldum. Sen gözlerini kapayacak olsan ebediyyen emirlikten düşecek, saltanatından olacaksın ve nedamet, pişmanlık günün başlayacak. O halde hangimizin hükümdarlığına itibar yoktur siz söyleyin.
Harun R: Peki peki anladık, hikmetin büyük ya Behlül, ama mezarlıklarda nasıl vakit geçirip nasıl mutlu olunur?
Behlül D: Ben asıl orada rahat ve huzur içindeyim. Çünkü oradakiler bana eziyet etmeyen, gıybetimi yapmayan insanlardır. Onlarla oturup sohbet ediyorum. Bunlar sağ olanlardan daha emin. Orada daha huzurluyum. Ve yeni arkadaşlarla tanıştım orada. Üç ayrı kurukafa!
Harun R: Kurukafa mı, nasıl yani!
Behlül D: Evet üç ayrı kurukafa,adları taş kafa, boş kafa ve hoş kafa...
Harun R: Nedir bu kafa arkadaşlarının özelliği, eğer ki senin dikkatini çekmiş; nedir bunun hikmeti?
Behlül D: Taş kafa nasihat kabul etmezdi. Hayattayken o ne söylesem hepsi boşa gitti. Öylece yaşadı. Boş kafa nasihat dinlemek isterdi, ama yapmazdı, yapamazdı. Nefsi ve şeytanını bir türlü yenemedi. O da öyle gitti. Hoş kafa, kâmil kafa: Hem âmeli, hem de ihlâsı vardı. Hedefi Allah rızâsıydı,bu cihet üzre yaşadı. (Eğilip yeri kurcalamaya başlar.)İşte varsa bir hikmeti budur.
Harun R: Ne arıyorsun yerde, hayrola!
Behlül D: Cenneti arıyorum, neyi arayabilirim? Hele de kurukafaların öğrettiklerinden sonra.
Harun R: Yapma Behlül! Burada, hem de şu yerde cennet aranır mı?
Behlül D: Niye aranmayasın ki! Sen sıcak yatağında, hanımının yanında cenneti arıyorsun, oluyor da burada neden olmasın? Cenneti bulmak için yeryüzünde, gökyüzünde ve toprak altında en çok olanları bilmek gerek.
Harun R:Bunu bilmeyecek ne var? Yeryüzünde en çok olan hayvanlar ve bitkilerdir. Gökyüzünde en çok olan meleklerdir. Toprak altındaysa en çok olan ölülerdir.
Behlül D: Bilemedin ey halife.
Harun R:Sen söyle o zaman nedir?
Behlül D: Yeryüzünde en çok olan, insanların sonsuz hırslarıyla sonu gelmeyen emel ve arzularıdır. Gökyüzünde en çok olan, dünyada adaletle hükmeden adil kimselerin kazandıkları sevaplarıdır. Çünkü onları melekler yazmakla bitiremezler. Toprak altındaysa en çok olan ölüler değil, o ölülerin pişmanlıklarıdır. Çünkü ölen herkes pişmandır, bu pişmanlığın sonu yoktur. Kötü olanlar keşke iyi amel işleseydim diye, iyi amel yapanlar keşke daha çok amel işleseydim diye pişmanlık duyacaklardır. Hiçbir kimse, ölümden sonra pişmanlık duymaz değildir.
Harun R: Seni gördüğüme gerçekten bir kez daha çok sevindim. Çünkü uzun zamandır seninle konuşmayı arzu ediyordum. Bana güzel sözler edip gönlümü hoş tutmaya çalışmıyor, her zaman doğru bildiğini söylüyorsun ya. Ve her defasında beni şaşırtarak. Allah senden razı olsun acı söyleyen dost. Behlül, arzumuz işte bize böyle hep nasihat etmendir.
Behlül D:Ne nasihati istiyorsun ya emirul müminin? Şu sarayına, lüksüne bak, bir de kabirlere bak! Bunlardan ibret almayan, nasihat almayan nelerden alır! Hâlin, halimiz ne olacak, ey müminlerin emîri! Yarın Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna çıkacaksın. Büyük küçük yaptığın her şeyden sual olunacaksın. Bunlara nasıl cevap vereceksin iyi düşün! Bu hesap zamanında aç ve susuz olacaksın, çıplak bulunacaksın. Orada bulunanlar sana bakıp gülecekler. Perişan hâlin orada meydana çıkacak, başka nasihati ne yapacaksın?
Harun R: Allah senden razı olsun. Nasihatlerinle bizi istifadelendir. Seni daha fazla görelim, görelim ki senden daha fazla istifade edelim. Aramızda kal, çarşı pazar ağalığını vereyim sana, esnafı denetle, Allah’ın rızasını kazanmak için birlikte çabalayalım.
Behlül D: Ey Emir, mezarlığa gitmeden önce yolumun üzerinde ekmekleri sürekli eksik tartan fırıncı ile konuştum. Ona: Hayatından memnun musun, geçinebiliyor musun, çoluk-çocuğunla ağzının tadı var mı? diye sordum. O da her soruya olumsuz cevap verdi. Hayatında memnun olduğu bir şey yoktu. Ondan sonra bir de ekmekleri sürekli fazla fazla tartan fırıncıyla konuştum. Ona da aynı soruları sordum. Bu adam ise her soruya olumlu cevap verdi ve haline şükretti. Yani ki efendimiz, çarşı pazarın ağası zaten var. Bizden önce ekmekleri tartmış, vicdanları tartmış, buna göre herkes hesabını ödemiş, bana çarşı pazar ağalığı için ihtiyaç yoktur.
Harun R: Ey Behlül, bizi yine terk etme! Sana sarayımda bir oda ve hizmetçiler vereyim. Yeter ki bu eski elbiselerden kurtul. Yenilerini giy. İnsanlar arasına karış. Bizi senden mahrum etme!
Behlül D: (Biraz düşünür) Müsaade ederseniz bir danışayım.
Harun R: Kime danışacaksın, kimsen yok ki?
Behlül D: Ben danışacağım yeri biliyorum. Tam da gelirken şu köşede bir hela görmüştüm. Oraya bir gideyim de danışıp geleyim. (dışarı çıkar ama halife şaşkın arkasından bakar.)
Harun R: (Arkasından bakar ve gözüyle onu takip eder.) Allah Allah, ne oldu bu adama yine? Biz ona evimizi açtık, o gidip helâdan bir şey danışacağından bahsediyor. Cin mi karıştı bu adama ne oldu? Acaba içeride başka biri mi var? Evet, geri geliyor ama Behlül’den başka kimse yok ki orada. Kime danıştı bu adam?
Behlül D: Evet, danıştım efendim.
Harun R: Eee Behlül! Söyle bakalım vereceğin cevabı gerçekten de çok merak ediyorum.
Behlül D: Maalesef, insanlar arasına karışmam mümkün değil.
Harun R: (Halife heybetle) Ey Behlül! Sen gidip helâda neye, kime danıştın bilmiyorum ama helada kimse olmadığına göre oradaki ….töbe töbe!
Behlül D: Doğru söylüyorsunuz efendim. Ben de aynen helâdaki o malum atıklara danıştım. Onlar bana cevap verdiler ve: Ey Behlül! Biz de vaktiyle en güzel ve nefis yiyecekler idik. Bütün güzellikler bizde idi. Sevgi ve itibarımız çoktu. Sofralarda başköşelerde yer alırdık. İnsanlar bizi elde etmek için birbirleri ile yarışırdı. Ne zaman ki onların arasına karıştık. İşte bu hâle geldik. Sen de sakın insanların arasına karışma.” dediler.
Harun R: (Şaşırır.) Yine bizi şaşırttın ey Allah dostu, o zaman aramıza karışmayacaksan bari bize amellerimiz hakkında bir şeyler söyle!
Behlül D: Allahü teâlâdan korkarak ve emrettiğine uygun olarak yapılan amel makbuldür. İbadeti böyle yapmak gerek.
Harun R:Peygamber efendimizle, akraba olarak yakınlığımız, bu bizim için mühim midir?
Behlül D: Peygamber efendimize akrabalıktan ziyade, bildirdiği hükümlere bağlılıkta yakın olmak daha mühimdir.
Harun R:Peygamber efendimizin şefaatine kavuşabilecek miyiz?
Behlül D: Onu Allahü teâlâ bilir.
Harun R:O zaman nasıl yaşayalım?
Behlül D: Allah’tan kork. Her hâlinde Hz. Peygamberin sünnetine tâbi ol. Bu durumda en kârlı yolu seçmiş olursun.”
Harun R:Çok güzel söylüyorsun ihtiraslarından sıyrılmış, halkın gözünde deli Allah katında veli insan, şu hediyemi kabul et.
Behlül D: Onu kimden aldınsa ona ver. Dünyadaki sahipleri yakana yapışmadan önce, verenin yoluna harca. Bunu burada yap. Ahirete kalırsa onlara bir şey bulup veremezsin, razı edemezsin.
Harun R:Para borcun varsa onu ödeyelim.
Behlül D: Kûfe’de birçok ilim sâhipleri vardır. Borç ile borcun ödenmeyeceğinde ittifak etmişlerdir.
Harun R:Bari ihtiyacını temin edelim.
Behlül D: Allahü teâlâ senin Rabbin olduğu gibi, benim de Rabbim’dir. Seni hatırlayıp beni unutması muhaldir.
Hizmetli: Efendim müsaade buyurursanız, Behlül’ün burada olduğunu duyan eşraftan bazıları huzura çıkmak isterler.
Harun R: Buyursunlar, buyursunlar. (İçeri birkaç adam selam vererek girer.)
1 Adam: Efendim, müsaade buyurursanız, Bir istirhamım olacak.
Harun R: Müsaade senin, buyur.
1 Adam: Efendim, koruyup kolladığınız bu zat olur olmaz yerde herkese müdahale eder, herkesin işine karışır. Hâlbuki her koyun kendi bacağından asılır. Bizlere bu kadar karışmasından muzdaripiz efendim.
Harun R: Yaaa, bu duruma ne dersin Ey Behlül, seni benim koruyup kolladığımı sanırlar. Cevabın nedir?
Behlül D: Her şeyi koruyup gözeten Rabbime şükürler olsun ki bizi koruyup kollar ve unutulmamalı ki zulme karşı susan, haksızlığı kabullenen dilsiz şeytandır. Mademki her koyun kendi bacağından asılır o zaman bir koyun kesip onu çarşının orta yerine assam sorun olmaz herhalde. Hem de senin dükkânın önüne.
1 Adam: Olur mu canım öyle şey? Birinci gün neyse ama ikinci gün leş gibi kokmaya başlar. Olmaz öyle şey. Çarşıda kokudan durulmaz. Dükkânıma müşteri girmez.
Behlül D: O zaman niçin itiraz edersin, bak bir kötünün nelere sebep olabileceğini en iyi sen söyledin.
Harun R: Cevabını aldığına göre artık çekilebilirsin. Peki, sen ne istemiştin?
2. Adam: Ey Behlül! Oğlum vefat etti, onu çok severdim. Onun için kendime son bir görev gördüğümden güzel bir kabir yaptırdım. Ama kabir taşına ne yazdıracağıma karar veremedim. Kabir taşına ne yazayım?
Behlül D: (Behlül hazretleri buna gülüp)Dün altımda olan çimenler bugün üstümde yeşerdi. Ey yolcu, bil ki şu toprak, günahlardan başka her şeyi örtmektedir, bunu yaz. Belki okuyan ibret alır.
3. Adam: Efendim, ben öyle pek ibadetlerini düzenli yapan biri değilim; ama kalbin inanı çok temizdir. Çünkü hiç kimsenin kötülüğünü düşünmem. Ara sıra kıldığım namazlardan sonra ise hep cenet için dua ederim. Vakti bulsam inanın namazlarımı da hiç aksatmam ama işlerim çok yoğun. Allah’ın gücüne mi gitti, bu yüzden midir, bilmem ama evime geçen gece hırsız girmiş ve değerli ne eşyam varsa hepsini almış gitmiş. Her yerde aradım, taradım, sordum, soruşturdum ama bir türlü hırsızın izine rastlayamadım. Ne yapmalıyım? Onu nerede bulurum? Sizin gönül gözünüz açıktır, bir yardım etseniz.
Behlül D:Birinci mesele şu ki devemi kaybetmiş olsam ve sana, damda çıkıp kaybettiğim devemi arayacağım desem ne dersin?
3. Adam: Kaybolan devenin damda olması mümkün mü? Bu akılsızlık değil midir?
Behlül D:Peki ya senin, ibadetlerini yerine düzgün bir şekilde yerine getirmemen ve sonra da Allahü teâlâdan Cennet’i istemen daha akılsızlık değil midir? İkinci meseleye gelince yolunu şaşırmış o adamcağızı mezarlıkta bekleyeceksin. Çünkü sizin yollarınız orada kesişiyor.
3. Adam: (Adambu söze güler) Hay Allah iyiliğini versin, o adamın mezarlıkta ne işi olur. Yollarımız nasıl kesişir bir hırsızla.
Behlül D:Eee, her nefis bir gün ölümü tadacak ve o hırsız mutlaka bu bahsettiğim kapıya gelecek. Ecel onu buraya getirecektir. Senin onu aramana gerek yok. Er ya da geç aldıklarını geri ödeyecektir, hem de misliyle. Kim ne çaldıysa kendinden çalmıştır. Ve dahi bu ibadetleri de olsa.
3. Adam: Doğru ya, o gün ben ibadetlerimden çaldıklarımı, o da benden ve herkesten çaldıklarını geri ödeyecektir.
Behlül D:Veren de o, alan da.Bizlere verdiklerine şükretmek, bizlerden aldıklarına ise sabretmek düşer.
Harun R: Eee, cevabını aldığına göre artık çekilebilirsin. Ey Behlül, akşam saati yaklaşmakta artık, camiye gidelim cemaati iftara davet edelim.
Behlül D: Ey müminlerin Emiri, camiye gidip namazı eda edelim, fakat iftara namaza gelenleri mi yoksa camiye gelenleri mi davet edeceksiniz.
Harun R: İkisi arasındaki fark nedir?
Behlül D: Fark şudur ki bazıları sadece aman filanca namaz kılmıyor demesin, ya da filancaya bak 5 vakit camide desinler diye camiye gider, bazıları da En sevgiliye teslim olmak, huzuru ilahiye varıp kendi nefsini Allah’a satmak için namaza gider.
Harun R: O zaman namaza gelen herkesi saraya iftara çağıracağız. Ama bunu nasıl bilebiliriz.
Behlül D: Şöyle yaparız ey Müminlerin Emiri, namaz çıkışında ben cami kapısında durur, çıkan herkese hocanın namaz kıldırırken hangi sureyi okuduğunu sorarım. Kim bilirse onu davet ederim. Camiye gelen çok olabilir belki ama sadece Allah’ın sesine kulak vermek için namaza gelenler böylece diğerlerinden ayrılmış olur.
Harun R: O zaman haydi Allah rızası için Allah’ın sesine kulak vermeye gidiyoruz. (Birlikte çıkarlar.)
Not: Şiir alıntıdır.
Derleyen ve senaryolaştıran:
Dursun TARAKCI
Türk Dili ve Edebiyatı Öğrt.